17 Nisan 2009 Cuma

Bilinmeyen ve Tanımlanmayan Duygusal Zeka


Kavrama Özgü, Sempati ve Antipati"
Yazdığı kitabıyla duygusal zekayı dünya çapında tanınan bir kavram haline getiren Daniel
Goleman, 1998 yılında kavram ile aynı isimli kitabındaki tanımı şöyleydi:
“Duygusal zeka kendi duygularımızı ve başkalarının duygularını tanımak ve anlamak,
kendimizi motive etmek ve kendi içimizde ve ilişkilerimizde duygularımızı doğru
yönetmekle ilgili yetenektir.” Duygusal Zeka Enstitüleri (DZE) ise bu kavramı, “Bireyin iç
ve dış dünyasını barışık ve uyumlu kılması; evrendeki yerini yaşamsal gerçeklikte
keşfetmesi” olarak tanımlıyor.
“Duygusal zeka” sözcük takımını, kişilerde ve kurumlarda uyandırdığı etki açısından ele
alınca oluşan sempati ve antipatinin, kavramın anlamının yeterince bilinmemesinden
kaynaklandığını savunmak yerinde olacak. Duygusal zekaya sempati duyan yaklaşımların,
duygusal insanların, duygusal zekalarının yüksek olduğu düşüncesinden türediğini
gözlemliyoruz. Bu bağlamda konuyu ele alırsak, iddia edilen durumun aksine duygusal
bireylerin, duygusal zekalarının yüksek olmadığını çünkü bu bireylerin yeterince
duygularını kontrol edemedikleri sonucuna varılır.
Duygusal zekayı, antipati ile karşılayan kesimse aslında aynı tezi tersinden ele alarak
bilişsel zeka ve yapay zeka bağlamında işleyebiliyor. Asıl kaçırdıkları bilimsel gerçek ise
Japonların yapay zeka üzerinde farkındalık uygulaması çalışmaları ve uluslararası arenada
bilişsel zeka-duygusal zeka birleşimi denemeleridir. Farklı disiplinlerle duygusal zekanın
sentezi dünyada yaygınlaştıkça, insan, duygu ve doğanın olduğu/olması gerektiği her
yerde duygusal zekanın da olması gerektiği çıkarımına varıyoruz.
Araştırma alanında duygusal zeka
Duygusal zeka, genelde bir araştırma alanı olarak ele alındığında, dışa dönük dünyadaki
değerlerle bireyin etkileşimini konu ediniyor. Birçok duygusal zeka araştırmacısının
yaklaşımıyla örgütsel davranışlar çerçevesindeki bu yaklaşım, birey-birey, birey-aile,
birey-kurum ekseriyetinde incelenebiliyor. Elbette rasyonel ve yaşamsal gerçekliklerle
örtüşen gelişim yaklaşımı, duygusal zeka kapsamında değerlendirilecektir. Ancak eksiklik
taşıdığı nokta, bireyin gömüldüğü dünyasından çıkış için kendi iç dünyasını ve tarihsel
kökende genetik olarak taşıdığı sorunları çözümlemesi gerekiyor. Bu anlamda genetik
yapımız ve tarihsel kökenden gelen sorunlarımız için çözüm, makro düzeyde
incelemelerden geçerken, iç dünyamızı olumsuz etkileyen faktörlerden oluşan psikoz, bu
sorunlar çözülmedikçe dış dünya ile iletişim için engel yaratıyor.
Psikanaliz-örgütsel davranışlar sentezi: Duygusal Zeka
Duygusal zeka, aslında psikanaliz ve örgütsel davranışların sentezi oluşan bir kavramdır.
Çünkü duygusal zeka, sosyal görünümümüzü tamamlayan sosyal zekamızla, bizi dışa
dönük kılan iç dengemizin buluşma noktasındaki yetkinlikler bütünüdür. Bu nedenle
psikanaliz yoluyla iç dünyamızda var olan sorunların çözümü ve iç dengenin yaratılması
dışa dönük oluşumlara adım atmak anlamına geliyor. İçyapısında sorun taşıyan dışa
dönük mesajlar, dışla iç dünya arasında bağlaşıklığı kuramama kaygısıyla temelde
geliştirilebilecek iletişimleri de gerçekleştiremiyor. İçinde bulunulan psikoz, dışa yansıyan
“soyut ateş” olarak iletişim kurulmak istenen yapılara sorun üretiyor. İç dengesizlik bu
yönüyle kişiyi, toplam iletişim yükünü kaldıramamaya sürükleyen etki yaratıyor.
Duygusal hassasiyet
Duyguların yarattığı kompoze, dışa dönük kişilerde içgüdü ve dışa sunulan benlik
arasında paylaşımcı denge arar. Duygusal karakterler de bu anlamda kendi kişilik
özelliklerinden ötürü duygu dolu kompozeleri birlikte olduğu bütünlük içinde arar.
Mekanikleşen büyük şehir yaşamı dışında, kişilik özellikleri kapsamında duygusal olmaya
eğilim göstermeyen bireyler, duygusal olanları yalnızlığa sürükler. Agresif duygusuzluklar,
duygusal hassasiyetin yıpranması ve nezaketin getirdiği yaklaşımla birlikte zayıflık olarak
algılanabilir. Aslında agresifliğin zayıflığından kaynaklanan çıkışla birlikte mesaj iletişen
birey, dışarıdan düşük özgüvenli algılanabilir. Çünkü alınan mesajla kendi kimliğini dışa
yansıtamayan birey asimilasyonu kabul eder. Bu durum, bilinçaltında var olan özgüvenin
düşüşü ekseriyetinde mesaj verir. Agresifçe uygulanan ve bireysel asimilasyonun bir türü
olan bu eğitimsiz yaklaşım, özgüveni yeterince yerleşmemiş karakterin var olan
bütünlüğünü de derinden sarsar.
Agresif olmayan duygusuzluklar, diğer deyişle duyarsızlıklar ise uzun dönemli iç
karmaşaların ve travmaların temelini atar. Çünkü duygularını bulunduğu ortamda süreç
içerisinde incinmeden aktaramayan bireyler, sağlıksız iletişimlerinin farkındasızlığı
içerisinde durumu kabul edebilirler. Bu noktada akıllara yine haşlanmış kurbağa yaklaşımı
geliyor. Zaman içerisinde temelini güçlendiren travma, kişinin kendi benliğine ulaşmasına
engel olacak denli onu yaşamdan uzaklaştırabilir.
Gelişim stratejileri ve duygusal zeka
Gelişim stratejileri söz konusu olunca organizmanın bütünsel gelişimi düşünülerek her bir
element/üyenin gelişimin bir parçası olması gerektiği düşünülür. Bir takımı oluşturan en
önemli özelliklerden birisi, verdikleri mesajın paradigmalar arasında edindiği yer ve onları
taşıyabildiği platformdur. Bu bağlamda entelektüel ve yenilikçi düşüncenin her zaman
bulunduğu ortamı gelişimsel değişime ilerletmesi beklenemez. Çünkü takımın bireylerinin
içgüdüsel refleksleri, takım psikolojisinden de yola çıkıp yenilikçi düşünceyi reddederek
asimile edebilir. Nitekim içgüdüsel reflekslerin birkaç adım sonrasına ulaşılması için
verdiği tepki, genelde paradigmanın kaldıramadığı çerçevede kalır. Yani adım adım
ilerlemeyle daha uzun projeksiyonda elde edilecek çıktıya, o aşamaları bir süre önce
arkada bırakmışların sabırsızlıkları ekseriyetinde erken erişilmeye çalışılır.
Düşük empatili girişimcilerin bu hamlesi, onlar için kendilerini gerçekleştirme anlamına
gelse de hedeflere ilerlemekten çok onları geriye götürmek sonucunu getirecektir.
Nitekim işaret edilen yenilikçiliğe kapalı paradigma, güdülenmeyle önceden kabullendiği
değerlerin gösterilen hedefe ilerlediğini gözlemlerse bulunduğu noktadan geri noktaya da
refleksif olarak çekilebilir. Bu durumda gelişimini bir noktaya getirmiş olan birey, yenilikçi
hamleyle geriye atılmış olur. Geri çekilim gösteren bireylerin oluşturduğu toplum ise, aynı
yenilikçi girişimle gerileyen anlayışın esiri olabilir. O halde içinde bulunduğu
organizasyonun oluşturabileceği tepkilere yönelik projeksiyonlarla yaşamlara yön çizmek,
duygusal zekası yüksek bireylerin/kurumların/toplumların yaklaşımı olacaktır.


Kaynak: Wireless dergisi

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder